Türklerin müslümanlık ,Musevilik , Hristiyanlık ,vs inançlarını kabul etmesi , Latince , ibranice , Arapça ve farsça vs. sözcüklerle tanışması sonucunu doğurdu . ve Türk dili saf dil niteliğini yitirdi.Bir taraftan asimile olurken diğer taraftan
aynı adı taşıyan farklı sözcükler ile kavramları ve dilleri birarada birbirinden ayırmaya yarayacak sezgisel (sezgisel=doğal=matematiksel) yöntemin kurallarını öğrenmeye başladı.
Saflığını yitiren sezgiselliğe şartlanmış safsata öykülerle dolu beyinler(uslar) ,dış dünyayı hiçbir değişikliğe uğratmadan, olduğu gibi algılamayı bilemediklerinden, bildikleri tek yönteme yani kendilerince anlam çıkarsamaya başladılar. veya başka bir ifadeyle “sezdikleri gibi algılamaya” yöneldiler. Aslında , Binlerce yıl binlerce kilometre yol yaparak orta asya’dan Vatikan’a kadar etkin güç olan ve devletler kuran kültürümüz çok güçlü bir dil yapısına sahiptir. Türk dili sözcük sayısı Orhun yazıtlarında yaklaşık 8000 adettir Arap dili sözcük sayısı ise 1500 olup sesli harfleri gırtlak nameleri ile ifade eden daha kısıtlı bir dildir.
Türkler kendi uygarlığının ürünü ; “Öz Türk alfabesini” bırakarak “arap alfabesini” kullanmaya başladı. Daha sonra Osmanlıca denen bu karışık dil , arap harfleri aracılığı ile gerçek anlamlarını yitirdi. Sezgisel düşünce ,anlamadan yorumlama arttı.
Müslümanlığı , Hristiyanlığı ve museviliği kabul eden ve dillerini kaybeden Türkler ise asimile oldu. Müslüman olanlar araplaştı ,hristiyan olanlar rumlaştı ,
Neden batıdaki sistemlerin ve sanat gelişiminin bir türlü Türkiye’de oluşturulamadığı sorusunun yanıtı da böylece belirginlik kazanabilir.
Türkler Osmanlıca denen karışık dil ile birlikte uzun anlamını bilmediği kökü yabancı sözcüklerle mantıksal teorem çıkaramazlar. ve sebep sonuç ilişkisi geliştiremezler.
Türkçe’nin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan bu özel durum kuşkusuz tüm iletişim alanları için geçerlidir.
Buna karşın Öztürkçe kullanan
Yunus Emre’nin okuması, göçebe Türkmen boyları arasında 700 yıl boyunca bir nesilden diğerine büyük bir sadakatle, yazılı Türk alfabesi yitirilsede sözlü kültür ürünü olarak aktarılmasının ardında Türkçe’nin sezgiselliğini sonuna kadar kullanmadaki becerisi ve Türk dilinin matematiksel yapısı vardır.
Tanzimat aydınları ve Cumhuriyet aydınlarının bir türlü geniş kitlelere seslerini duyuramamalarının nedeni de
aynı denklemin içinde aranmalıdır.
Arap gibi ,Fransız gibi, Alman gibi düşünmeyi öğrenenler, dertlerini anlatırken bunu yeni öğrendikleri yabancı sözcüklerle Türkçeyi karıştırarak yapmaya kalkışmış ve Türk gibi anlatmayı becerememiş olduklarından başarısız kalmışlardır.
İletiler sadece algılanabildikleri kadar etkili olurlar. İletileri üretenlerin kendi konularına ne kadar egemen oldukları iletinin bütünlüğü açısından önemlidir ama, seslenilen kişilerin kendilerine yönelen iletileri nasıl algıladıkları her şeyden daha önemlidir.
Bu yüzden Ancak saf arı duru Türk diliyle eğitim başarılı olabilir.
Evrenin her yerinde toplumlar arasında bir kültür “asimilasyon” (Uyarlama)ve/veya “adaptasyon! ” (uyum)süreci bu çatışmayı kendi içinde bir takım sentezlere götürür.
Türkiye bu açıdan dünya genelinin biraz dışındadır. Bizde Kültür özümlemesi ve uyarlama süreci ya hiç çalışmaz, ya da akıl almaz bir yavaşlıkta çalışır. Sorun, başka sebeplerin yanı sıra kullandığımız dilden de kaynaklanmaktadır.