Düşünme, kendi kendine sözsüz konuşma olarak
kabul edilirse anadilin kişilerin düşünce yapısı üzerinde etkili olduğunu da
kabul etmek gerekir; insanlar kendi anadillerinde düşünürler. Türklerin büyük
paradoksu işte buradadır. Teknik açıdan mükemmel bir dil olan Türkçe bilen
Örneğin, Türkiye dışına yabancı işçi olarak giden ilk nesil gerek bulundukları
ülkenin dilini öğrenme, gerekse oradaki yaşam biçimine ayak uydurma konusunda
muhteşem bir direniş gösterdiler. Bu direnişin boyutları o denli büyük oldu ki,
başka hiç bir diasporada gözlenmeyen gelişmeler yaşandı. Türk diasporası,
gettolaşıp kendi kültürünü gene kendi içine kapanık bir çevrede yaşayacak
yerde, kendi kültür kurumlarını o ülkeye ithal etti. Özümsenmeye en dirençli
kültürlerden biri kabul edilen İspanyollar, gittikleri yere sadece gazetelerini
ve bazen de radyolarını taşımakla yetinirken; Türklerin bunlara ek olarak (hem
de birden çok) televizyon kanalları ve yemeklerini götürdüler.
Bunları başaran insanların yeteneksiz olduklarına, dil öğrenmeyi de bu
yeteneksizlikleri yüzünden beceremediklerine hükmetmek en azından adil ve
gerçekçi olamaz. Yine , böylesine önemli bir kültür direnişi gösterenlerin,
orada doğan çocuklarını eğitirlerken, bunca sahip çıktıkları kültürlerini göz
ardı etmiş olmaları da düşünülemez. Ancak gözlemlenen o ki, orada doğan ikinci
nesil, gene sözgelimi İspanyollar arasında hiç görülmediği kadar hızla asimile
oldu. Bunun nedenini evdeki Türkçe’nin yanısıra okulda öğrenilen ve ev dışında
yaşanan, o ülkenin dili faktöründe aramak çok yanıltıcı olmayacaktır.
