Kaşgarlı uçan atını bir ağaca bağladı, gezmeye başladı. Ver elini Orta Asya, oradan Çin, Kore, Amerika… 9 yıl gezdi. Müthiş gözlem yeteneği ile gördüklerini anlamlandırmaya çalıştı. En son Anadolu’ya geldi. O da ne! Biraz üzüldü, şöyle düşündü.
Tüm Dünya uzay araçlarına binmiş, mutluluk ve huzur içinde, bizim Türkler, Koca Asya’yı, Orta Doğu’yu, Avrupa’yı kaybetmişler, şaka gibi bütün gün dinle imanla hadislerle uğraşıyorlar. Her yönden geri bir toplum vardı karşısında. Ve binlerce akademisyenin, ulemanın, öğretmenin başka işi yokmuş gibi ahiret konusu üzerinde konuştuğunu şaşkınlıkla izledi. Sanki orada yaşamış gibi.
Okullarda ezbere dayalı eğitim vardı. Geleceğe ışık tutacak teoremler, yapmıyorlardı. Adeta geri kalmaları için şartlandırılmışlardı. İman ettirilmişlerdi.
“Türkler felsefe yapamaz, düşünemez”, “onlar geri kalmış bir ülkenin geri kalmış insanlarıdır. “diyen söylenceleri düşündü, isyan etti. Tekrar düşündü. Peki bu adamlar Türk tarihini bilmezler miydi? Bilinçli olarak yazdığı, tek tek gözlemlediği her şey geliştirilmemiş ve kullanılmaz olmuştu. Gerçek tarihlerini bilmiyorlardı. Cahil bırakılmışlardı. Türklerin bağımsız olarak tutunabildiği son kara parçasında neredeyse işgal altındaydı. Atatürk dışında devlete, millete sahip çıkan da pek olmamıştı gibi gelmişti ona. Dünya’nın teknoloji üreten ülkelerinde cami, kilise, sinagog adedinin yok denecek kadar az olduğunu görmüştü. Ne olmuştu da bu kadar okul yerine cami, sinagog, kilise yapılmıştı?
Sonra geçmişi düşündü, daldı gitti uzaklara…
Mete han; MÖ 174, Çin ve Orta Asya’yı
Atilla; 450 yıllarında tüm Avrupa’yı, Roma’yı
Kültigin; 731 yılında Asya’yı, Çin’i
Alpaslan; 1071 yıllarında Anadolu’yu alırken ne sevinmişti.
Gözlerinden bir iki yaş damladı.
Sonra aldı eline kitapları, okumaya başladı.
Fatih Sultan Mehmet; 1400 yıllarında tekrar İstanbul,
Yavuz Sultan Selim; 1520 yıllarında Mısır fatihi (alganı) olmuştu.
Atatürk 1923 yılında tekrar İstanbul ve Anadolu’yu Almıştı. Ruhu(tini) şad olsun Türk emeği geçen bu toprakları bize bırakabilmek için kanını veren filozoflarımız, ustalarımız, savaşçılarımız sayesinde Türkler daha birçok ülkeler alganı olmuş, Dünya devi devletler yaratmıştı. Tekrar geçmişine, zamanına döndü.
Buluşlar yaparak makine, top, gemi, köprü, savaş aletleri ürettikleri gibi çağının en iyi bandosunu kurarak müzikte de Dünya’da en üstün millet olduklarını ispatlamışlardı. Yurt dışından akın akın usta işçiler devşiriliyordu. Ülke şeriat düzeni yanında doğa, insan hakları ve eşitlik açısından ahilik düzenine göre yönetiliyordu. Din farkı gözetmeksizin herkese eşit davranan 4 dil bilen genç hanlarımız vardı. Ve o dönemde, dil, düşünce, teknik, politik, sosyolojik, ekonomik üstünlük Türk kaanlıklarındaydı.
Sanki bunları yapan, üreten Türkler değişmiştir, uzaylılar yapmış gibi düşünülüyordu artık.
Gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı. Asimile olan Türklerdi. Eğitim dili Arapça ’ya ve İngilizce ’ye kaymıştı. Zamanında tek tek dillerini çalıştığı Kıpçaklar, Uzlar, Bulgarlar, Macarlar, Peçenekler, Türgişler, Uygurların bir kısmı tamamen ya da kısmen diğer kültürler tarafından bilinçli olarak devşirilmişti. Sonra da öğrendi ki kendi ölümünden sonra 1200 yılında Vatikan’da ki papa, özel yetiştirilmiş rahipleriyle Hristiyanlığı yaymış Türklere öz kültürleriyle beraber dillerini de unutturmuştu. Bu çalışmalarla tamamen asimile olan Peçenekler, Macarlar, Hazerler, Kumanlar ile başlayan süreç aynı dönemde Arapların etkisinde kalan Oğuzlar, Kırgızlar, Türkmenler ve tanıdığı bir çok Türk boyları korkunç bir kültürel değişime uğramışlardı.
Neredeydi eski günler… Uygurlar’dan Avrupa ortalarına, Mısır’a hakim egemen kültür olan Türk kültürü ve teknik gücü , İpek Yolu’nda kervansaraylar Tuna Nehri’nde gemiler imal eden halkım? Şamanizmden sonra Maniheizm, Budizm en son Müslümanlığın, Hristiyanlığın, Museviliğin yıkıcı etkisinde kalmıştı. Bir tapınağın etrafında ekonomik olarak üretmeden yaşayan devleti ekonomik olarak aşağıya çeken kişiler sarmıştı tüm dünyayı. Diğer milletler bu cendereden, Orta Çağ karanlığından kurtulmuş, ne yazık ki Türkiye ve Arap halkları Orta Çağ karabasanında boğulmuşlardı.
Sonra baktı çevresine bir tarafta 1800 yılından sonra aydınlanma çağına ayak uyduramayan Müslüman dünyası, diğer tarafta gelişmiş ülkeler. Pekiyi biraz düşündü. Hunlu’nun, Göktürk’ün, Osmanlı’nın yaklaşık 2000 yıl elinde olan en büyük güç neydi? Buldu. Melamilik ve ahilikle yoğrulmuş asimile olmamış çalışkan, disiplinli, erdemli, vatansever Türk halkıydı. Dini ve ırkçı düşünce baskısına karşı çıkma becerisine sahip Öztürkçe konuşan ve savaşan bu grup, tüm Dünya’nın geleceğini değiştirecek güçteydi. Tarihten ders alınması gerekliliğinin bilinmediğini gördü ve yine ağladı, gözlerindeki yaşları sildi, biraz dikildi. Uzaklara baktı,
sosyal medya ile algı yönetimiyle insanlar şartlandırılıyordu artık. İman ettiriliyordu markalara, insanlara mallara… Tanrı bile akçe kazanmak için bir araç olmuştu. Dinler ise bölünmüş, toplumları birbiriyle çatıştıracak araçlar haline gelmişti. Suyun başında birileri istemci oluyorlardı cahil sunuculardan.
Günümüzde yapılması gerekenleri hayal etti. Görmek istedikleri şunlardı;
1- En az 4 dil bilen bir başbakan, haksız karar verdiğinde koltuğunu terk etmeye hazır onurlu bir kaan
2- En az Kültigin gibi silahları kullanabilen yabancı dilleri konuşabilen, Atatürk gibi din , siyasi, ekonomik, bilim konusunda uzman askerler,
3- Tüm Dünya’nın ekonomisini bilen Bilge Kaan gibi Tonyukuk gibi ekonomist, maliye bakanları ve ekibi
4- Uzay teknolojisini öğretecek öğretmenler
5-Demokrasi yani Türk töresi
6-Dilin yabancı sözcüklerden arındırılması
7- Öztürkçe adları olan markalar yaratmak.
8- Sanatın, bilimin, yüksek teknolojinin evrensel değerlerin üzerine çıkması
9- Teknolojik bilgi ithal etmek, gerekli makinaların yurt içinde yapılması
10- Avrupa Birliği kurallarını ve anlaşmaları terk etmek. Yerine doğu, batı ayrımı yapmadan ülke çıkarlarına göre hareket etmek
11-Dışardan borç alınmaması, kasalarımızın altınla dolması
12- Eğitimin çocukluktan itibaren sanat ve teknik bağlamda verilmesi, inanç dilinin tekrar Türkçe ’ye çevrilmesi, cami hocalarının müzik eğitimi almaları, resim, heykel, satranç, felsefe, her birinin teknik meslek sahibi olmalarının sağlanması
13- Hukuk konusunda çok acımasız olunması gerektiği. Onun zamanında hırsızlık yapan dövülür, alnına bu adam hırsızdır diye dövme yapılırdı. Kimse onlarla konuşmazdı. Ya tecavüz, kadına sataşma? Direk öldürülür, kafatası babasının boynuna asılırdı. Baba ömür boyu oğlunun kafa tasını boynunda taşımak zorunda kalırdı.
Nereden nereye…
Onun zamanında devlet malına zarar veren, çalan, rüşvet yiyen öldürülürdü.
Kendisi olsa çok caydırıcı töre kuralları koyar ve uygulardı. Böylece vaaz sistemine gerek kalmaz, Tanrı ile insanın arasına kimse giremezdi. Camilerde eğitim merkezi olurdu. Düşünün 100.000 okul…. Hepsi tam donanımlı.
14- Sağlık konusunda
Öztürkçe isimli (otacı -emçi) lerin ürettiği
ilaçların (emlerin) Türkçe isimleriyle tüm Dünya’ya satılmasını sağlardı.
Kaşgarlı çok akıllı adamdı. Mantıklı ve kuralcıydı. O, zamanında devlet başkanlığını bile elinin tersiyle itmiş Türk kültürü için hayatını vermişti yine olsa yine yapardı. Ama yaşamıyordu ki…O sadece bir hayaldi, gözlerindeki sağanak gibi yağan yaşları sildi. Düşüncelerinin de sadece bir hayal olduğunu anladı ve geldiği gibi sonsuzluğa gök kubbeyi uçan atıyla deldi, geçti gitti.